Abim..

Abim..


Hayatla tanıştığım, sağda solda gördüğüm şeyleri anlamaya başladığım günlerde her zaman yanımda olan; aynı odada uyuduğum, ben uyuduğumda gelip beni defalarca öpen bir güzel varlık vardı. Abi olduğunu öğrettiler bana o kişinin, bana benzeyen benden daha büyük daha uzun, beni koruyan ve hep yanımda olan insanın, Abi'm olduğunu söylediler. Küçükken çok fazla hastalanıp, sık sık iğne olmaya hastaneye gittiğimde, canım acımasın diye yanıma uzanıp kulağını koparırcasına çektiğim kişi de oydu. Ben küçükken o kadar güzeldi ki, aramızda 6 yaş olduğu için o da küçüktü ve sosyal aktivitelerimiz hep beraberdi o dönemler. Bana Galatasaray'ı öğretti, onun nasıl sevileceğini öğretti, beraber Ali Sami Yen'deki ilk maçımı televizyonda izlerken, stadımızın çimlerinin yeşil tonunun, diğer yeşillerden bile bir ayrı olduğunu öğretti. Büyüdük... UEFA kupasını kazandığımız gün, ilk sarıldığım adamdı, bana Abi diye tanıtılan kişi. Yıllar geçtikçe beyefendiyle görüşmelerimiz azalmaya başladı, tabii gittiği ilk partileri, gece çıkmaları, kız arkadaşları dönemleri başladı. O kadar alışmıştım ki; bekliyodum evde o dönene kadar, gelse de bir saat de olsa bir şeyler oynayabilsek, beraber vakit geçirebilsek, kafamda PlayStation kumandası kırsın :) Sonra tabii ki, özel hareketi olan, en eğlendiğim anda "Hadi Beko yatıyorum ben." cümlesiyle günümüzü sonlandırmasıyla biterdi. Bir kere çok sağlam bir tartışmamızın ardından, biraz nefesim sıkışır gibi olunca "Beko, Bekooo" diye suratıma baktığındaki hali mi gözümün önünden gitsin, yoksa Bilbao'dan Fatih Akyel'in hatasıyla gol yiyerek Avrupa’dan elendiğimiz gecedeki mutsuz hali mi? O dönemlerde çocuk olan abi-kardeşler bilirler, Manchester United'ın CL finalinde son dakikada 2 gol atarak kupayı kaldırdıkları maçı, yatmamız gerektiği gerekçesiyle izlememiz yasak olan maçın 85. Dakikasında gizlice oturma odasına girip, sesi kısık şekilde izlediğimiz maçta o 2 dakikada olan gollerle ses çıkarmadan birbirimize sarılışımızın aklımdan çıkması da mümkün değil tabii ki... O kadar beraber, o kadar güzel seneler geçirdik ki abimle, Caner'imle, kardeşimle... Büyüdü işte sonra büyüdü, her gün daha da çok büyüdü, bok varmış gibi daldı hayata. Önce üniversiteye girdi, görüşmelerimiz azaldı, bitirdi İstanbul'a gitti! Maalesef ömür boyu aynı evde yaşlanarak bitirme şansın yok ki bu hayatı. Her kötü günümde yanımdaydı, hep gücünü sonuna kadar hissettirdi, otoritesini de öyle.

 

 Berker senin bu hayata geliş amacın beni eğlendirmek, seni ben istedim diye yaptılar o yüzden dünyaya geliş amacını unutma derdin ya bana... Hiç bir zaman unutmadım abiciğim, bu güzel hikayemizin bu kadar erken bitişi bize hiç yakışmadı ama ben her zaman beraber olduğumuza ve olacağımıza yürekten inanıyorum. Elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak...

Son olarak ekşi sözlük'te bulduğum mükkemel bir paragrafla bitirmek istiyorum;

(Bir de ölüm korkusu kalmaz yüreğinizde. Hani varsa öte taraf diye bir yer, kapı gibi sizi karşılayacak bir abiye sahipsinizdir. Olur da korku duyarsam o meşhur bilinmezlikte, en kötü uzatırım ayağımı abimin ayağına, ne korku kalır ne de gam çocukluktaki gibi. dersiniz. )